Yangın rejimi yeni planlama aklı gerektiriyor

Son haftalarda İzmir, Sakarya, Bilecik, Eskişehir ve Bursa hattında yaşanan yangınlar, iklim krizinin bölgesel etkilerinin yanı sıra, afetlere karşı nasıl bir direnç geliştirmemiz gerektiğini de yeniden sorgulatıyor.

Türkiye’de orman yangını sayısı son 30 yılda neredeyse iki katına çıktı. 2023 yılında 3.800’den fazla orman yangını kayıtlara geçti—üstelik buna tarla ve anız yangınları dâhil değil. Aynı süreçte Türkiye’nin ortalama sıcaklığı yaklaşık 1,5°C arttı. 2020’den bu yana çok şiddetli kuraklıklar yaşanıyor; Marmara ve Ege bölgeleri ise son 3–4 aydır kuraklık stresinin en yoğun hissedildiği alanlar. Toprak neminin azalması, sıcak hava dalgaları ve kuvvetli rüzgârla birleşince, düşen en küçük bir kıvılcım bile yangınların hızla yayılmasına neden olabiliyor.

Yangınların %90’ının insan kaynaklı olduğu biliniyor. Orman içi ulaşımın ve insan hareketliliğinin artması da riskleri doğrudan büyütüyor. Üstelik birçok yangında yoğun duman ve sis nedeniyle hava araçları sahaya ulaşamıyor, müdahale yalnızca yer ekiplerinin erişebildiği alanlarla sınırlı kalıyor.

Tüm bu gelişmeler artık eski yöntemlerle mücadele etmenin yeterli olmadığını gösteriyor. Bu bağlamda, Orman Mühendisi Prof. Dr. Doğanay Tolunay’ın tanımladığı şekilde, bugün karşımızda iklim krizinin etkileriyle şekillenen yeni bir “yangın rejimi” var. Bu rejim, yangınla mücadelenin yalnızca söndürme faaliyetiyle değil; bilgiye, sabırlı planlamaya ve doğaya dayalı bütüncül yaklaşımlara dayanması gerektiğini gösteriyor.

Ve bu dönüşümde, peyzaj mimarlığı önemli bir rol üstleniyor.

Yangınlara karşı alınabilecek birçok önleyici tedbir aslında mekânsal planlama konusudur:

Yanıcı türlerle yanmaz türlerin dengeli dağılımı,

Orman yerleşim sınırlarında tampon zonlar oluşturulması,

Eğim, rüzgâr yönü ve mikroklima analizine göre alanların tasarımı,

Doğru bitki örtüsü seçimiyle yangın hızını yavaşlatan yeşil koridorlar…

Tüm bunlar peyzaj mimarlığının uzmanlık alanına girer. Bu çerçevede PEYZAJDER üyesi Peyzaj Mimarı Kasım Hanik’in “Yangınlar Kader Değil” başlıklı değerlendirmesi özellikle dikkat çekicidir. Hanik, Almanya örneğini vererek, orman yangını riski düşük ülkelerde bile önleyici sistemlerin nasıl geliştirildiğini aktarıyor: Karışık orman modelleri, risk haritaları, yangına dayanıklı türlerin kullanımı ve saha planlaması… Türkiye’nin iklim gerçekleri göz önüne alındığında, bu önlemler çok daha hayati hâle geliyor.

Öte yandan, yangın sonrası yapılan müdahalelerin de doğaya zarar verebileceğini unutmamak gerekir. Son yıllarda kamuoyunda sıkça dile getirilen “yanan yerlere zeytin, badem, ceviz gibi meyve ağaçları dikelim” önerileri, iyi niyetli olsa da ekolojik olarak uygun değildir.

Çünkü:

Meyve ağaçlarıyla orman kurulmaz, olsa olsa meyve bahçesi oluşturulur.

Bu türler geniş aralıklarla dikilir; erozyon önleme, karbon tutma, oksijen üretme gibi ekosistem hizmetleri sınırlıdır.

Sulama ve gübreleme olmadan gelişemezler; dolayısıyla kendi kendini yenileyemezler.

Yaban hayvanları için habitat oluşturma işlevleri yoktur.

Altlarındaki otsu ve çalı türler verimi etkilemesin diye temizlendiğinde, biyolojik çeşitlilik azalır.

Benzer şekilde, farklı bölgelerden getirilen fidanların gelişigüzel dikilmesi de ciddi sorunlara yol açabilir. Örneğin Antalya’da yetişmiş bir kızılçam fidanı, Bursa’nın iklimine ve toprağına uyum sağlayamayabilir. Bu tür dikimler uzun vadede genetik kirliliğe ve ekolojik dengesizliklere neden olabilir.

Oysa doğa, kendini yenileme potansiyeline sahiptir.

Kızılçam ormanlarında kozalaklar genellikle zarar görmez ve tohumlarını kendiliğinden toprağa bırakır.

Maki bitki örtüsünde kökler canlı kalır ve ilkbaharda sürgün verir.

Bu nedenle telaşla değil; ekolojik bilgiyle, alanın doğasına uygun bir yaklaşımla hareket etmek en doğrusudur. Bugün, orman yangınlarını yalnızca bir “afet” olarak değil, aynı zamanda bir planlama ve yönetişim meselesi olarak ele almalıyız. Peyzaj mimarlarının bu alandaki katkısı; doğaya dayalı çözümler üretmek, iklim dirençli yaşam alanları oluşturmak ve sürdürülebilir yeşil altyapı sistemleri tasarlamak gibi çok boyutlu bir uzmanlık alanını kapsamaktadır. Ancak bu mesleki yetkinliğin afet yönetimi ve iklim politikalarının içine daha fazla entegre edilmesi gerekiyor. Bu uzmanlık potansiyeli değerlendirilmelidir.

Vatandaş olarak bizlere düşen görev:

Aceleyle fidan dikmemek,

Orman alanlarına gelişigüzel tohum atmamak,

Yalnızca izlemek değil, bilinçlenmek ve yetkililere destek olmak,

Doğanın kendi döngüsüne saygı duymak.

Unutmayalım; yangınlar ne kaderdir ne sadece iklimin sonucudur.

Bu felaketlerin önüne geçmek için bilgi, planlama ve iş birliği gerekir.