Kentin Kimliği, Doğal Bitkiler ve Yanlış Tercihler: Bursa örneği üzerinden bir değerlendirme

Kentler, savaşların ve sanayi devriminin yarattığı yıkımlar sonrası yeniden formüle edilmiş; 1940’lardan itibaren peyzajın fiziksel varlığı kentsel yaşamı destekleyen bir unsur olarak kabul edilmeye başlanmıştır. 1960’lardan sonra peyzaj, yalnızca estetik bir tamamlayıcı değil, aynı zamanda kentin sosyal dokusunun da parçası olarak görülmüş; bugün ise peyzaj şehirciliği, ekolojik sürdürülebilirliğin temel taşlarından biri haline gelmiştir.

Peyzaj şehirciliği, kentsel altyapıları öne çıkarır; su, toprak, bitki ve kültürel izleri bir ağ gibi birbirine bağlar. Bitkisel doku, şehir yaşamının biyolojik desteği olarak konumlanır. Ne var ki günümüz kentleri, hızlı ve plansız yapılaşmanın baskısı altında doğal ekosistemlerini yitirmekte, egzotik türlerin istilasıyla kimliğini kaybetmektedir.

Kent girişleri, bir kentin kimliğini en güçlü şekilde yansıtan eşiklerdir. Peki bugün Bursa’nın İstanbul, Ankara veya İzmir girişlerinden girerken gerçekten “Evet, Bursa’ya geldim” diyebiliyor muyuz? Oysa nasıl güzel olurdu; İstanbul’dan gelen yolcu baharda erguvanların selamlamasıyla karşılanabilseydi… Rivayetlere göre Osmanlı padişahları, Bursa’daki av köşklerine özellikle erguvan mevsiminde gelirlerdi. Çünkü erguvan yalnızca bir ağaç değil, kentin ruhunu, mevsimsel ritmini ve tarihsel bağını simgelerdi.

Bursa, kestane ağacının doğal yayılış gösterdiği nadir şehirlerden biridir. Fakat yol ağaçlarında gördüğümüz tür, doğal kestane değil; egzotik “at kestanesi”dir. Bu çelişkiyi Mustafa Var hocamızın ironik bir anlatımı çarpıcı biçimde özetler:

“Bursa’da 48 dönümlük bir kent parkına gittim, fotoğraf çekiyordum. Görevli yanıma gelip ‘Hocam neden bu kadar fotoğraf çekiyorsunuz?’ dedi. Ben de ‘Çiçeklerin kokusunu, yapısını, gövdesini çekiyorum’ dedim. O da bana, ‘Siz asıl sonbaharda gelin, bu ağaçlar öyle bir sararıyor ki altın gibi olur. Ayrıca biz belediye olarak halkın toplaması için izin veriyoruz’ dedi. Parkın adı ne biliyor musunuz? ‘Kestane Parkı’… Ama içinde kestane ağacı yok.”

Bu örnek, kentlerimizde kimliğimizi ve ekolojimizi yansıtan doğal türler yerine yanlış bitki seçimleri yapıldığını gösteriyor. Üstelik bu sadece estetik bir kayıp değil, aynı zamanda ciddi bir ekonomik ve ekolojik zarardır.

Son dönemde refüjlerde sıklıkla kullanılan Magnolia grandiflora (büyük çiçekli manolya) bunun en net örneklerinden biridir. Ekonomik değeri yüksek, yavaş büyüyen ve uzun yıllar gölge yapmayan bu bitkinin dar refüj çukurlarında yetiştirilmeye çalışılması hem bitkiye eziyet hem de kamu kaynaklarının israfıdır.

Oysa Bursa gibi şehirler, kendi doğal bitki örtüsüyle eşsizdir. Fransa 550 bin km²’de 4354 tür, İtalya 300 bin km²’de 3800 tür barındırırken, yalnızca İstanbul 5500 km²’de 2500 türe sahiptir. Türkiye’nin en çok ithalat yaptığı ülkelerden Hollanda’nın tümü 41.500 km²’de yalnızca 1600 tür ile sınırlıdır. Bu tablo, ülkemizin zenginliğini ve potansiyelini açıkça ortaya koymaktadır.

Doğal türler; yerel koşullara uyumlu, hastalıklara dayanıklı, daha az su ve bakım isteyen, daha az gübre ve ilaç ihtiyacı olan türlerdir. Hem ekolojik hem ekonomik açıdan avantajlıdır. Aynı zamanda bir kentin belleğini, kültürel sürekliliğini ve kimliğini yaşatırlar.

İTÜ’den Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’nun uyardığı gibi, yakın gelecekte Trabzon Antalya’ya, Antalya Kahire’ye benzeyecek. İklim değişikliğiyle birlikte kentlerimiz daha sıcak, daha kurak ve daha kırılgan hale gelecek. Isı adası etkisini azaltmak, yaşam kalitesini korumak ancak peyzaj tabanlı şehircilikle mümkündür.

Burada yerel yöneticilerimize ve karar vericilere düşen önemli bir görev var: Bursa’nın kimliğini ve doğasını yansıtan doğru bitki seçimleriyle ortak bir yol haritası oluşturmak. Eğer iki yıl kuraklık yaşansa ve bitkilere şebeke suyu verilmemesi kararı alınsa, yerel yönetimlerin B planı hazır mı? Bu soruyu sormak, geleceğimizi güvence altına almak için bir zorunluluktur.

Kentlerimizin geleceği, yanlış tercihler yerine doğru bitki seçimleriyle, işbirliği içinde hareket ederek mümkün olacak. Erguvanın, çınarın, ıhlamurun, kestanenin, mevsimsel çeşitliliğin ve yerel bitkilerin hatırlattığı şey tam da budur: Kentin kimliği doğasında saklıdır.